Kimi zaman çok düşünürüm; neden daha çok mutlu değilim diye. Ama bir türlü yanıtını tam olarak bulamam nedense. Yağmurlu gece yarılarında uzun uzun pencereden bakar, saçlarım ıslanır ama aldırış etmem. Sonra yıllar önce tanıyıp bir daha yüzünü görmediğim arkadaşlarım gelir aklıma. Bazen de eski günlerimin arasında bir köşede kalmış sevgilimi anımsarım. Acaba nerededir, nasıldır, mutlu mudur, bilemem, merak ederim. Sonra uykuda olanları ve o saatte çalışanları düşünürüm. Hep hızlı hızlı işine gidip gelenleri, sadece kendini düşünüp, günü kurtaranları da bir türlü anlayamam. Ne yaparsam yapayım, hayatın bu eksik, bu yarım, bu yarım yamalık haline aklım ermez. En zengininden en fakirine kadar değişmeyen ortak sorun mutluluk tablosu. Alım gücü düşük olanlar her istediklerini alıp yiyemezler, giyemezler. Zenginin ise parası vardır, alır ama yiyemez, sağlığı el vermez ölçülü olmak zorundadır. İyi olan her şeyin bir de kötü yanı var. İlaçlar dahi böyle. Bir yandan şifa olurken diğer yandan yan etkileriyle zararlı olabiliyor.
Dünyanın neresinde olursanız olun, bu gerçek değişmiyor. Her yerde insanlar acı çekebiliyor, yokluk aynı anlama gelebiliyor. Ölüm ise zaten kaçınılmaz bir yolculuk. Ama bu sonu bilindiği halde değişen bir şey yok. Kimileri çok acımasız, kimileri nankör, kimileri güzelin kıymetinden anlamaz, kimileri kendinden başka bir şey düşünmez. Kimileri tembel, kimileri üçkâğıtçı, kimileri bencil… Bir de boş verenler vardır, eğer kendi rahatı, parası pulu varsa, kazancı iyiyse ulusal sorunlar onu ilgilendirmez. Hatta bazen, işte ya da bir başka yerde geçirdiği zamanı anlatırken, çok rahatım, zaman geçmek bilmiyor, hiç bir iş yapmıyorum diye kendisinin kötü yanlarını böbürlenerek anlatırlar. Oysa günü verimsiz geçirmek, bir iş yapmamak, bir işe yaramamak ne kadar vahim bir durum değil mi? Ne kötü değil mi? Hatta çok kötü! İş yapmadan nasıl vakit geçer. Orada her öğün ekmek yiyorsun, oranın şartlarından yararlanıyorsun ama bir iş yapmıyorsun.
Kimleri de kötü yüreklidir diye sormamıza gerek yok, en kötü olanlar insanlara acı verenlerdir. Çocuk hırsızlarıdır mesela. Bir çocuğu anasından babasından ayırıp hayatı boyunca içinden atmayacağı bir hüzün ekenlerdir. Yaptığın bu tür kötü işlerden hayatını kurtaracak para elde etsen ne yazar! Nasıl mutlu olursun, nasıl acı çekmezsin? Aynı şekilde kadın tacirleri de öyle, aynı olay. Düşünün, sevgi içinde yaşamaktan daha güzel olan bir şey var mı? Sevdiğinle birlikte o duyguyu yaşamak olağanüstü bir şey. Ama bunun tersi yaşandığında harikulade güzel olan bu duyguyu tam tersine çevirmek, tiksinti, acı, nefret, iğrenme, insanlardan uzaklaşma, güvensizlik gibi nedenler doğuruyor. Zorla, istemediği halde böyle bir şey yapmak insanoğluna ne kadar ters aslında. Yaşanan bir olay birisine acı verirken, bir diğerine nasıl olurda mutluluk verebilir?
Kesinlikle hayatın bir yanını görüyor, bir yanını görmüyoruz.
Bilmediğimiz o kadar fazla şey var ki.
Eğitim seviyemiz düşük, okuma alışkanlığımızda olmayınca bizim dışımızda kalan her ne varsa bizden çok uzaklarda kalıyor.
Çünkü hepimiz düşünebildiğimiz kadar yaşıyoruz.
Bilmediğimiz her şey kendi dünyamızın dışında kalıyor.
O çok iyi sandığımız ama hep bir sığ tarafı bulunan kendi dünyamızdan başkası değil.
Zayıf dostluk bağlarımız, kendimizi haklı sandığımız anlar.
Çekememezlik ve kıskançlığımız...
Bir zamanlar canımız kadar sevdiğimiz ama bir anda her şeyi silip süpürdüğümüz, düşman kesildiğimiz eski sevdiklerimiz, yakınlarımız, eşimiz, dostumuz, sevgilimiz....
Zayıf ilişkilerimiz, iyi gün sırlarımızı ayrıldığımızda, sözüm ona kötü olduğunda onları bir çıkar için kullanmamız..
Bir türlü doyuramadığımız açlığımızı, yeri geldiğinde incitici, onur kırıcı sözlerimiz..
Doyurucu bir huzurdan uzak kalmamızın nedenlerinden değil midir?
Mutluluk, zamana ve mekâna göre değişebiliyor. Bir yerlerde insanların canla başla bağlandığı bir olgu bir başka yerlerde, başka insanlar için önemsiz olabiliyor.