1974-1982 yılları arasında Batı Almanya Şansölyesi olarak görev yapmış sosyal demokrat politikacı Helmut Schmidt adına kurulan vakıf tarafından düzenlenen ‘Adil Bir Demokrasi İçin’ konulu etkinlikte konuşan İmamoğlu, “Bir vakada adaletsizliği kınarken, diğerini görmezden gelemeyiz. İnsan haklarını ve küresel dayanışmayı savunurken, savaş ve çatışmalardan kaçanlara sınırlarımızı kapatıp, diğer ulusları bu yükü tek başlarına taşımak zorunda bırakamayız. Otoriter rejimler, dünyanın her yerinde barış ve istikrarı tehdit ediyor. Ukrayna ve Gazze’deki savaşlar, milyonlarca insanı öldürdü ve yerinden etti. Suriyeliler, Ukraynalılar ve diğerleri sığınacak bir yer ararken, İstanbul ön cephede yer aldı. Fakat bu zorluk, İstanbul’un ya da Türkiye’nin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar büyük. İnsanlık trajedilerine aynı derecede tepki vermeli ve saldırganlığın hedefi olanlar için sesimizi yükseltmekten asla çekinmemeliyiz” dedi.
Son dönemlerde yeniden yaşanmaya başlayan kayyım atamalarına da değinen İmamoğlu, “Türkiye'de, otokrat bir anlayışla üretilen kötü rejimin çıktıları üzerinden uygulamalarıyla bizi köşeye sıkıştırırken, toplumda artan karşılığımız, desteğimiz, onların öfkesini daha çok arttırıyor. Ve bu sefer de kendi ellerindeki gücü, kötü olarak vatandaşın aleyhine, Türkiye'deki demokrasinin aleyhine kullanmaya devam ediyorlar. Ben, onların stresinin arttığını, kötülükleriyle beraber önümüzdeki seçimde sonlarının geldiğini görüyorum. Dolayısıyla, ‘bana nasıl bir karakter yükleniyor’ derseniz, böyle bir ortamda, vallahi güçlendikçe güçleniyorum. Yani mücadele gücümü, tarif bile edemiyorum, enerjimi tarif bile edemiyorum” diye konuştu.
Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, bir dizi resmi temasta bulunmak üzere Almanya’nın başkenti Berlin’e gitti. İmamoğlu, başkentte ilk olarak, Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Ahmet Başar Şen’i ziyaret etti. Büyükelçi Şen tarafından yaklaşık 1 saat boyunca ağırlanan İmamoğlu, ardından Berlin Temsilciler Meclisi’ne geçti. Bir süre görüşmeleri izleyen İmamoğlu, oturum yönetimi tarafından anons edilince, meclis üyelerince alkışlandı. İmamoğlu, Berlin'e Hükümet Eden Belediye Başkanı Kai Wegner ve Berlin Temsilciler Meclisi Başkanı Cornelia Seibeld ile de meclis binasında bir araya geldi.
“KÜÇÜK İSTANBUL”DA ESNAF ZİYARETLERİ YAPTI
Resmi temaslarının ardından, Berlin’in “Küçük İstanbul” olarak bilinen mahallesi Kreuzberg’e geçen İmamoğlu, gurbetçi vatandaşlar tarafından ilgiyle karşılandı. Vatandaşlarla anı fotoğrafları çektiren İmamoğlu, esnaf ziyaretlerinde bulundu. İmamoğlu’nun Kreuzberg ziyaretinde, İstanbul ve Türkiye’dekine benzer sahneler yaşandı. İmamoğlu, 1974-1982 yılları arası Batı Almanya Şansölyesi olarak görev yapmış sosyal demokrat politikacı Helmut Schmidt adına kurulan vakıf tarafından Berlin İletişim Müzesi’nde düzenlenen “Adil Bir Demokrasi İçin” konulu etkinlikte konuştu.
“HÜKÜMET, DEVLET KAYNAKLARINI KENDİ ADAYLARINI DESTEKLEMEK İÇİN KULLANDI”
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün girişimleriyle, 1930’lu yıllardan bu yana uzanan çok partili hayata geçiş sürecinin kısa bir özetini katılımcılarla paylaşan İmamoğlu, şöyle konuştu:
“Atatürk'ün mesajı, siyasi rekabet için bir davetten daha fazlasıydı. Türkiye'de bir çoğulculuk kültürü inşa etmeye yönelik bir çağrıydı. Çok partili demokrasiye yönelik bu ilk girişim kısa sürse de Türk halkının demokratik özlemleri devam etti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1946'da, Türkiye ilk çok partili seçimlerini gerçekleştirerek, demokrasi yolculuğunda yeni bir sayfa açtı. O tarihten bu yana, Türkiye demokrasisi askeri darbeler, krizler ve pek çok zorlukla karşı karşıya kaldı. Dirençliliği ve uzun tarihiyle birlikte, son yerel seçimlerin getirdiği umutlara rağmen, Türkiye’de demokrasi bir kez daha ciddi bir tehdit altında. AK Parti’nin 20 yıllık iktidarında, demokratik normlar yıpratıldı. Hükümet, devlet kaynaklarını kendi adaylarını desteklemek için kullandı, muhalif sesleri susturdu ve yargıyı bir silah gibi kullanarak muhalefeti sindirdi.”
“GERÇEKLERLE YÜZLEŞELİM”
“Gerçeklerle yüzleşelim; demokrasi, dünya çapında tehdit altında. 2024 yılında, Freedom House raporuna göre, küresel özgürlük, üst üste 18. yıl geriledi. Birçok demokrasi zayıflarken, otoriter liderlerin sayısı ve gücü artıyor. Aynı oyun kitabını kullanarak, bu sözde güçlü adamlar, siyasi gücü kişiselleştiriyor, denetim ve dengeleri aşındırıyor, özgür konuşmayı boğuyor ve çeşitliliğe saldırıyor. ‘Yeni vatandaşları’ veya göçmenleri günah keçisi yapmak için, korku ve hoşnutsuzluk silah olarak kullanıyor. Bu topluluklar, genellikle yoksulluktan, savaştan veya iklim felaketlerinden kaçarlar, toplumsal bütünlüğe yönelik tehditler olarak resmedilir. Popülist, milliyetçi ve yabancı düşmanı partiler oylarını artırıyor. Hükümetlerde koalisyon ortağı oluyorlar. Ya da daha kötüsü, ana akım partileri zararlı söylemlerini benimsemeye itiyorlar. Ancak güçlü adamların hızlı cevapları; iklim değişikliği, düzensiz göç veya yoksulluk gibi zamanımızın acil sorunlarını çözmüyor. Tam tersine, bizi bölerek gerçek çözümler bulmayı zorlaştırıyorlar.”
“TÜRK HALKI, YEREL SEÇİMLERDE ÇOK GÜÇLÜ BİR DEMOKRATİK İRADE GÖSTERDİ”
“Böyle bir ortamda, Türk halkı, bu yıl gerçekleştirilen yerel seçimlerde olağanüstü bir direnç ve çok güçlü bir demokratik irade gösterdi. Her şeye rağmen, muhalefetin sosyal demokrat adayları, üç büyük şehri geri aldı. Şimdi nüfusun yüzde 70'ini ve ulusal ekonominin yüzde 80'ini oluşturan belediyeleri yönetiyorlar. Bu, sadece siyasi bir zafer değildi. Aynı zamanda halkın demokrasiye, adalete ve şeffaflığa olan bağlılığının bir kanıtıydı. Kayırmacılığı, yolsuzluğu ve otoriterliği kesin bir şekilde reddettiler. Son 22 yıldır ilerici seslerin kenara itildiği bir dönemde, korku siyasetini umut siyasetiyle nasıl değiştirdik? 2023'teki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde yaşadığımız derin hayal kırıklığı yaratan ağır yenilgiden sonra, işleri nasıl tersine çevirmeyi başardık? CHP, yenilgiden sadece 10 ay sonra yerel seçimlerde nasıl lider parti oldu? 29 Mayıs 2023'te, yenilgimizin ertesi sabahı, ‘Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz; değişmeliyiz’ dedim. Yerel seçimler yaklaşırken, yenilgiyle yüzleşmekten çekinmedik. Bunun yerine, halkın mesajını dinledik ve liderliğimizde, programımızda ve teşkilatımızda büyük değişiklikler yaptık. Ayrıca, İstanbul da dahil olmak üzere, son 5 yılda CHP liderliğindeki yerel yönetimlerin başarısını temel aldık.”
“CHP’Lİ BELEDİYELER, SONUÇ ODAKLI DEMOKRATİK BİR ALTERNATİF SUNDU”
“Türkiye’de hükümet, otoriter ve kutuplaştırıcı politikalarla uyguladığı baskıları arttırırken, CHP’li belediyeler, sonuç odaklı demokratik bir alternatif sunmuştur. Özünde, liderlikte iki temel ilkeyi savunduk: Kapsayıcılık ve iyi yönetişim. Son 5 yıldır uygulanan ‘İstanbul modeli’, dışlamanın yerini tanımanın; hoşgörüsüzlüğün yerini saygının ve eşit olmayan kaynak yoğunlaşmasının yerini, adil bir yeniden dağıtımın almasını amaçlamaktadır. İstanbulluların yaşamlarını iyileştirirken, tepeden inmeci bir yaklaşımı reddediyoruz. Açık belediye toplantılarından dijital platformlara, farklı katılımcı mekanizmalar oluşturduk. Şeffaflığa olan bağlılığımız en iyi, ‘Bütçe Senin’ isimli, vatandaşları belediye bütçesinin bir kısmının hazırlanmasına dâhil ettiğimiz girişimimizle anlaşılabilir. Yıllarca süren ayrıştırıcı siyaset, toplumlar arasındaki güveni zedeledi.”
“PARTİZAN ÇİZGİLERİ AŞAN ORTAK BİR VİZYON İNŞA ETTİK”
“Biz, farklı bir yol seçtik: Bölmek yerine birleştirerek, ilerleme için partizan çizgileri aşan ortak bir vizyon inşa ettik. Bunun sonucunda CHP, 3,5 milyondan fazla yeni seçmen kazanmış ve
Türkiye genelinde birçok il ve ilçede liderliği kazanmıştır. Ayrıca 48 yıl aradan sonra, Türkiye’nin en büyük partisi olduk. İstanbul ve CHP yönetimindeki diğer şehirlerin vatandaşları, sadece vaatler duymakla kalmadı. Merkezi hükümetin engellemeleri karşısında bile sonuçlar gördüler. Altyapıdan sosyal politikalara, yönetişimin hem vizyoner hem de pratik olabileceğini kanıtladık. Her lira, net bir amaç için harcandı ve vatandaşlar, paralarının tam olarak nereye gittiğini görebildi. Dezavantajlı bölgelere öncelik veren sürdürülebilir ulaşıma, tüm mahalleler için parklara ve yeşil alanlara, uygun fiyatlı hizmetlere, asla yolsuzluğa veya verimsizliğe değil… İyi yönetişim önemlidir. Siyasi aktörler, yetkinlik ve dürüstlükle hareket ettiğinde, vatandaşlar sadece şehirlerine değil, demokrasinin kendisine de yeniden güvenirler.”
“SEÇİMLERDE KAZANILAN ZAFERLER, SADECE BİR BAŞLANGIÇTIR…”
“Seçimlerde kazanılan zaferler, sadece bir başlangıçtır, savaşın sonu değildir. Küresel demokrasi krizini ele almak için, halkı siyasetin merkezine yerleştiren yeni bir vizyona, taze bir dile ve yenilikçi bir liderliğe ihtiyacımız var. Ben bu yaklaşımı, geçmişte siyasette yapıcı bir rol oynayan popülizmin olumlu bir yeniden tanımlaması olan, ‘demokratik halkçılık’ olarak adlandırıyorum. ‘Popülizm’ ya da Türkçesiyle ‘halkçılık’, partim olan CHP’nin altı kurucu ilkesinden biriydi. Bu ilkeyi, halkın iradesine olan bağlılığın bir yansıması olarak benimsedik. Günümüzün bölücü ve otoriter popülizminin aksine, halkçılık; sosyal adalet, eşitlik ve kapsayıcılık temellerine dayanıyordu. Vatandaşları güçlendirmeyi ve ayrılıklar arasında köprü kurmayı amaçlıyordu. Popülizmin mevcut kötü itibarının tersine çevrilmesi ve biz ilerici demokratların bu kelimeye yeniden sahip çıkması ve onu otoriterlik ve demagoji ile eşanlamlı olmaktan kurtarmamız gerekmektedir.”
“DEMOKRATLAR OLARAK, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ DESTEKLEMELİ, TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ KORUMALIYIZ”
“Demokratik değerleri güçlü bir kararlılıkla savunmalıyız. Demokratlar olarak, hukukun üstünlüğünü desteklemeli ve temel hak ve özgürlükleri korumalıyız. Demokrasinin sadece bir yönetim sistemi değil, herkes için bir onur ve fırsat garantisi olmasını sağlamalıyız. Ancak demokratik değerler, tutarlı bir şekilde savunulmalıdır. İstediğimiz gibi seçemeyiz. Bir vakada adaletsizliği kınarken, diğerini görmezden gelemeyiz. İnsan haklarını ve küresel dayanışmayı savunurken, savaş ve çatışmalardan kaçanlara sınırlarımızı kapatıp, diğer ulusları bu yükü tek başlarına taşımak zorunda bırakamayız. Otoriter rejimler, dünyanın her yerinde barış ve istikrarı tehdit ediyor. Ukrayna ve Gazze’deki savaşlar, milyonlarca insanı öldürdü ve yerinden etti. Suriyeliler, Ukraynalılar ve diğerleri sığınacak bir yer ararken, İstanbul ön cephede yer aldı. Fakat bu zorluk, İstanbul’un ya da Türkiye’nin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar büyük. İnsanlık trajedilerine aynı derecede tepki vermeli ve saldırganlığın hedefi olanlar için sesimizi yükseltmekten asla çekinmemeliyiz. Aralık ayının ortasında, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın büyük şehirlerinin belediye başkanlarını, çatışma kaynaklarını nasıl ele alabileceğimizi ve herkes için barış ve iş birliğine dayalı daha iyi bir geleceği nasıl inşa edebileceğimizi konuşmak üzere İstanbul’da bir araya getireceğiz.”
“TÜRK KÖKENLİ ALMAN VATANDAŞLARI, ALMAN DEMOKRASİSİ İÇİN DE ÖNEMLİ BİR FAKTÖRDÜR”
“Türkiye’nin AB kapısındaki ebedi aday olarak kalmasını istemiyoruz. Hedefimiz, Avrupa’nın ortaya çıkan zorluklara karşı direncini güçlendirmede kilit bir rol oynayan bir üye olmaktır. Özellikle Almanya, Türkiye için hayati bir ortak olmuştur. Almanya, Türkiye’nin en büyük ticari ortağıdır ve iş birliğimiz, otomotivden yenilenebilir enerjiye kadar birçok sektörü kapsamaktadır. Fakat en kalıcı bağ, Almanya’da yaşayan 3,5 milyon Türk’tür. Kültür ve sanat alanındaki yeteneklerden iş ve bilim dünyasındaki yenilikçilere, Türk-Alman vatandaşları, Almanya’nın önemli bir parçasıdır. Türk kökenli Alman vatandaşları, Alman demokrasisi için de önemli bir faktördür. Ayrıca günümüzde federal düzeyde ve eyaletlerde de kilit birer siyasi aktörlerdir. Türk-Alman ortaklığı demokrasinin geleceği, Avrupa’nın geleceği ve Avrupa güvenliğinin geleceği için hayati önem taşımaktadır. Ne yazık ki iş birliği potansiyeli, henüz gerçekleştirilmemiştir. Ukrayna krizinden düzensiz göçün yönetimine, güçlü bir Türk-Alman ortaklığına ihtiyaç duymaktayız.”
“ÖNCE ‘İSTANBUL SENİN’ DEDİK, YARINLARDA ‘TÜRKİYE SENİN’ DEMEYİ DÜŞÜNÜYORUZ”
“Bizim İstanbul'da çok önemli bir sloganımız var: İstanbul Senin” diyen İmamoğlu, şunları söyledi:
“Şimdi yarınlarda bunu şöyle demeyi düşünüyoruz: Türkiye Senin. Ve aslında, belki de dünya vatandaşı olmanın, belki bütün dünyada hissedilmesi gereken sloganı da aslında ‘Dünya Senin’ demek. Yani dünya bana ait. Ama ‘ne yapmalıyım’ı da bilerek. Yani doğayı korumaktan tutun da birçok sorumluluğa kadar. Peki, Türkiye'de ‘İstanbul Senin’ ya da ‘Türkiye Senin’ kavramının altında ne yatıyor? Diyoruz ki; bu ülkenin yetkisi, makamı, zenginliği, fakirliği, yoksulluğu ne olursa olsun, belli konularda eşitlenmiş bireyler haline geleceğiniz bir düzeni kurabilmenin çabası içindeyiz. Ve diyoruz ki; bu tapu tek. Ama hepimiz o tapuya, o ülkenin tapusuna eşit hissedarız. Bu duyguyu verebildiğimiz takdirde, demokrasiyi sağlamlaştırırız, kökleştiririz ve buna bütün halkı inandırırız. Onun için bunu her gün insanlara anlatıyoruz.”
“MÜCADELE GÜCÜMÜ TARİF BİLE EDEMİYORUM”
“Mesela; Türkiye'deki farklı görüşlerde olan tam 11 siyasi partiyi ziyaret ettim. Her birisinin kanun taslağına imzasını alarak, bugün (önceki gün) Meclis’e ortak kanun tasarısını verdik. Aslında neyi başardık? Şu an mevcutta kayyım dediğimiz bu uygulamaya karşı, biz, neredeyse Türkiye'de yüzde 75’e yakın oyu olan partilerin ortak imzasıyla, iktidarın bu otoriter tutumuna karşı güç birliği yaptık. Ben, 2 haftadır o liderleri geziyordum ve hepsinin imzasını aldım. Bugün Meclis’e teslim edildi, TBMM’ye. Yani Türkiye'de peki bu niye oluyor? Aslında az önce anlattığım o güçlü demokrat politikalarımıza, Türkiye'de otokrat bir anlayışla, kötü bir rejimin, üretilen kötü rejimin çıktıları üzerinden uygulamalarıyla bizi köşeye sıkıştırırken, toplumda artan karşılığımız, desteğimiz, onların öfkesini daha çok arttırıyor. Ve bu sefer de kendi ellerindeki gücü, kötü olarak vatandaşın aleyhine, Türkiye'deki demokrasinin aleyhine kullanmaya devam ediyorlar. Ben, onların stresinin arttığını, kötülükleriyle beraber önümüzdeki seçimde sonlarının geldiğini görüyorum. Dolayısıyla, ‘bana nasıl bir karakter yükleniyor’ derseniz, böyle bir ortamda, vallahi güçlendikçe güçleniyorum. Yani mücadele gücümü, tarif bile edemiyorum, enerjimi tarif bile edemiyorum.”
“İYİ VE DOĞRU İŞLER YAPIYORSANIZ…”
“Evet, ben dünyada doğru iş yapan, yaptığı işin doğruluğuna inanan, hakkı ve hukuku koruduğundan emin olan her siyasetçiye öneriyorum, kendi ülkemden de öneriyorum, dünyada da öneriyorum; kendinizi kötü hissettiğinizde, iyi ve doğru işler yapıyorsanız, hemen çıkın bir okulda çocukları ziyaret edin, onlardan ilham alın. Üniversitelere gidin, gençlerle konuşun, onların enerjisinden faydalanın. Sonra vatandaşların arasına karışın, duygularınızı paylaşın ve o insanlarla beraber kaynaşın, güç birliği yapın; sizi kimse yıkamaz diyorum. Onun için, emin olun sizi de davet ediyorum, ben İstanbul'un sokaklarında da yürüyemiyorum, caddelerinde de yürüyemiyorum, hiçbir törende fotoğraf sırasından da kurtulamıyorum, ama bunlar şikayetim değil. Çok mutluyum. Çünkü görevimi iyi yapıyorum, yapmaya da devam edeceğim.”
HABER MERKEZİ