Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde roketatar ve otomatik silahlarla saldıran PKK ’lılarla kahramanca çatışıp şehit olan Yüzbaşı Ali Alkan’ın şehadetine milletçe üzüldük. Yüzbaşı Ali’nin Osmaniye’deki cenaze töreni artık ‘sıradanlıklarına’ alıştığımız bir ritüelde devam ederken Jandarma yarbay rütbesinden abisinin üniforması ile cenaze namazı esnasında söyledikleri biz sivilleri fazlasıyla şaşırttı. Benim ‘sahada mücadele edenin öfkesi’ olarak kavramsallaştırdığım bu yeni olguyu otomatik reflekslerle yüceltmek veya şeytanlaştırmak yerine belki de önce anlamaya çalışmalı. İşte sahadan gelen bir asker eskisi ve aranıza yeni katılan bir sivil olarak benim bu yazıda kendime biçtiğim rol bu yeni olguyu anlamak isteyenlere yardımcı olmak. Yarbayı anlamaya çalışmadan zaten hakkında olumlu veya olumsuz hükmü verenler: Bence bu yazıyı okumanıza gerek yok çünkü yazı sizin için zaten zaman kaybı.
OLAY NEYDİ?
Yüzbaşı Ali Alkan’ın zaten gergin başlayan cenaze töreninde önce sivil abisi "Ben alıyorum, götürüyorum. Bu cenaze namazı Alayda kılınacak. Ben burada bu çapulcularla birlikte istemiyorum cenaze namazını" diyerek cenazeye katılan AKP ’li siyasetçilere tepkisi dile getirdi. Sonra tabutun başına gelen Yarbay Mehmet Alkan şehit kardeşine "Ali’m" diye seslendi ve hırsından şapkasını çıkarıp bağırarak, "Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına, sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor" diye feryat etti. Askerler tarafından omuzlara alınan şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın tabutu taşınırken ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan bu kez , "Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ’Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok. Git o zaman oraya git" diye haykırdı. Güçlükle sakinleştirilen şehit ağabeyi Yarbay, cenazenin defnedileceği mezarlığa polis otosunda götürüldü. Tüm bunlara neden olan ise şehit yakınları ve abi Yarbay Mehmet Alkan’ın protokol gerekçesi ile cenaze namazı öncesi AKP’li yerel siyasetçileri ve milletvekillerini ilk safa alma çabalarına ve tabuttan uzaklaştırılmalarına gösterdikleri tepki.
KISA BİR ARKA PLAN ÖZETİ
Türkiye -PKK çatışması, başladığı 1984 yılından Aralık 2012’ye kadar ‘güvenlikleştirilmiş’ bir kavram olarak askerlerin mutlak kontrolünde kaldı. İlk kez Aralık 2012’deki MGK toplantısında sivil siyasi irade o güne kadar yıllarca ‘terörle mücadele’ arabasını süren askerin omzuna hafifçe dokundu ve ‘Bir kenara çeker misin?’ diye sordu. Asker de bizi hem şaşırtıp hem de sevindirerek ‘Tabi efendim’ dedi ve devlet nezaketi içinde sürücü koltuğundan inerek sivil siyasi iradeye ‘Buyrun’ diyerek sürücü koltuğunu emanet etti. Kendisi de arkadaki boş yolcu koltuklarından birine oturdu. Sivil siyasi irade 3 harfli navigasyon cihazını ayarlayarak aslında çoğumuzun pek de malumu olmayan bir varış noktasına doğru arabayı sürmeye başladı. Her sivil gibi benim doğru bulduğum bu değişimle asker PKK ile mücadelede ilk kez ‘terörle mücadeleyi’ sivil siyasi iradeye bırakıyor ve ‘teröristle mücadele’ konusunda onun talimatlarına harfiyen uyacağını taahhüt ediyordu. Asker şu son çatışmalarda sivil siyasi irade ‘Sen bi gel bakayım öne de bana biraz yoldaki engelleri kırıp dökme işinde yardımcı ol’ diyesiye kadar çatışmasızlığın devamı konusundaki sözünde de durdu. 2013 Mart döneminden ta ki çatışmaların başladığı Temmuz 2015 sonuna kadar sahadaki (yani askeri ifadeyle taktik düzeydeki) asker tabiri caizse PKK’nın aslında adım adım çatışmaya hazırlandığını gördü, duydu ama konuş(a)madı. İşte çatışmasızlığın esas olduğu Mart 2013-Temmuz 2015 döneminde Güneydoğu’da görev yapan Jandarma Yarbay Mehmet Alkan kim bilir ne olaylar gördü ve yaşadı, ne raporlar yazdı ama sesini (belki de endişelerini) pek de yukarılara duyuramadı. Sonra temmuz ayı sonunda önce IŞİD’ın hala tam olarak aydınlatılamayan Suruç saldırısı ve yine failleri bile yakalanamayan ve esrar perdesini koruyan Ceylanpınar’da iki polisimizin hunharca infaz edilmesi sonrasında (ki daha önce bu tür infazlar Yüksekova ve Diyarbakır’da askerlere yönelik yaşanmıştı) birden çatışmalar başlayıverdi. Belki de Ankara’da Genelkurmay Başkanlığındaki askeri karar alıcılar çatışmaların niçin aniden ve ölümcül bir şekilde başladığını biliyordu ama bu bilginin ben sahada cansiparane mücadele eden taktik düzeydeki karar alıcılara (bölük ve tabur komutanlarına) kadar ikna edici bir şekilde açıklandığını düşünmüyorum. Yani şu an Yarbay Mehmet Alkan gibi belki de binlerce sahadaki (taktik düzey) karar alıcı çatışmaların 2.5 yıllık çatışmasızlıktan sonra niçin şimdi birden başladığını, PKK’nın ne yapmaya çalıştığını, buna karşılık siyasi karar alıcılarımızın kafalarında net bir yol haritası olup olmadığını bilmiyor. İşte stratejik düzeyde siyasi karar alıcının kafasında net resmin olmaması çatışmasızlık döneminde pek sorun yaratmazken sahada mücadele edenler bu belirsizliğin bedelini kan ve canları ile ödemeye başlayınca sahada bir dip dalgası şeklinde öfke birikmesi başlıyor. Aslında ilginç şekilde bu Türkiye’ye has bir şey de değil.
SAHADAKİ ÖFKE BİRİKMESİ: AFGANİSTAN ÖRNEĞİ
Ocak-Nisan 2014 döneminde Oxford Üniversitesi ‘Savaşın Değişen Karakteri Programındaki’ misafir araştırmacı olarak bulunurken Afganistan’daki ayaklanmaya karşı koyma çabalarında ‘Taktik düzeydeki öfke birikmesini’ tartışma üzere ABD’li ve İngiliz savunma bakanlığından sivil karar alıcılarla sahada görev yapan ABD’li ve İngiliz askerlerin katılımı ile 2 günlük bir panel düzenlenmişti (Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi Batı’da bu olgu akademik olarak tartışılıyor). Bu paneli görmenizi isterdim. Bir yanda sivil karar alıcılar diğer yanda sahadan gelen yüzbaşılar ve binbaşılar resmen kavga ediyorlardı. Sahadakilerin temel argümanı şu idi: ‘Biz Taliban karşısında kan döktük, can verdik ve girdiğimiz hiç bir çatışmadan kaçmadık, hepsini kazandık. Ama siz ‘BECERİKSİZ’ siviller bizim kan ve canımızla bedel ödeyerek kazandığımız bu taktik zaferi siyasi bir zafere çeviremediniz. Ölen arkadaşlarımız da sizin bu beceriksizliğiniz nedeni ile boşu boşuna öldü.’ Panelde sivil karar alıcılar da suçu ya Taliban’a ya da Pakistan’a ve bölgesel istikrarsızlığa atma derdinde idi. Ben işte Oxford’daki o panelde Afganistan’da arkadaşı yanı başında ölmüş bir İngiliz Yüzbaşının gözlerindeki çakmak bakışı Yarbay Mehmet’in gözlerinde gördüm. Acı aynı acı, öfke aynı öfke.
Aslında Obama yönetiminin Afganistan ‘çuvallaması’ bize bu konuda çok şey söylüyor. Bilenler bilir Obama 2009-2010 döneminde İngilizlerin de desteğini alarak Afganistan’da Taliban’a karşı önce büyük askeri taaruz (surge) stratejisi uygulamış, bu çatışma döneminde sadece ABD ordusundan 1900’e kadar asker hayatını kaybetmiş, sonra ise ani ve beklenmedik bir kararla 2011’de barış inisiyatifi kapsamında Taliban’la müzakerelere başlamış, 2011 yılı sonunda da 2012 sonuna kadar tekrar hızlı bir U-dönüşü ile Taliban’a yönelik ciddi silahlı İHA ve nokta tarzı operasyonlara yönelmişti. Obama yönetiminin Afganistan’daki Taliban’la mücadele konusundaki 2009-2012 arasındaki 3 yıl gibi kısa bir dönemde askeri mücadeleden-müzakereye, müzakereden-yeniden askeri mücadele savrulmasıydı aslında bu ‘sahadaki (taktik düzeydeki) öfke birikmesinin’ nedeni.
Peki bizim şu an yaşadığımız çatışma dönemi de aslında buna benzer değil mi? Yani askeri mücadeleden-müzakereye ve müzakereden yeniden askeri mücadeleye hızlı ve belirsizliği çok olan bir savrulma süreci. Bu hızlı U-dönüşünü çatışmasızlığın başladığı 2013 Martında alabildik ama görünen şey bedeli sahadakilerin kanı ve canıyla ödenen bu seferki U-dönüşünün şimdi çok kolay alınamayacağı.
ÖLMEK ÇOCUKKEN SEYRETTİĞİMİZ ÇİZGİ FİLMLERDEKİ GİBİ DEĞİL
Sonuç olarak; Yarbay Mehmet’in çıkışının bana verdiği mesaj şu: Afganistan’daki Koalisyon-Taliban veya Türkiye-PKK çatışması gibi uzun soluklu çatışmalarda askeri mücadeleden müzakereye geçiş aşaması nispeten kolay bir süreç. Ama çatışmasızlıktan tekrar askeri mücadeleye geçiş süreci şayet hızlı, pek çok bilinmezlik ve soru işaretini içinde barındırıyorsa bu süreç cephenin en önünde kan ve can vererek bedel ödeyenler ve yakınlarında bir öfke birikmesine neden oluyor. Ben bu nedenle acılı yarbayımızın bu çıkışının politize edilmeden bu teknik sebeple açıklanmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum. Unutmayalım askerler Venüs’ten, siviller Mars’tan. Venüs’ün sahada kan ve ter dökenleri belirsizlikten nefret ederler. En çok da ne için öldükleri ve ölümlerinin bir fark yaratıp yaratmayacağı konusundaki belirsizlikten. Mars’taki sivil siyasetçiler için mi? Onlar için belirsizlik fırsattır, bu nedenle sevilir. Ama şuna da dikkat etmeli: En çok Marstaki siyasetçilerin hoşuna giden belirsizlik Venüs’ün sahadakilerinin kafasında ‘ne için ölüyorum ve ölümüm bir fark yaratıyor mu?’ sorusuna neden oluyorsa ya belirsizliği gidermek ya da sahadakileri ikna etmek gerek. Çünkü ölmek çocukken seyrettiğimiz çizgi filmlerdeki gibi değildir. Unutanlar için söylüyorum: ölünce (en azından bu dünya için) bir daha dirilemezsin. Son bir not: ‘sahadakilerin öfke birikmesi’ olgusu PKK için de geçerli. Çünkü PKK içinde de ‘Suriye’de IŞID’la savaşırken ve Türkiye’de HDP tecrübesi tutarken nereden çıktı bu anlamsız çatışma?’ diye soran çok kişi olduğunu duyuyorum.